Kitap, Mardin Sürgücü ve ona bağlı 33 köyün 350 yıllık tarihini anlatmaktadır. Kitapta Savaş, Seferberlik, Sefalet, Kıtlık, Açlık, Ölüm, Sürgün, Göç, Dram, temaları, olayları yaşamış gerçek kişilerin anlatımlarıyla hikayeleştirilmiştir. 152 sayfadan oluşan kitapta onlarca resim ve Arapça tarihi belge mevcuttur. Reşo Kuri kitabını 2007 yılında DO yayınları tarafından sınırlı sayıda yayınlanmıştır. Kitap şu anda tükenmiştir.
ATFETME
Bu kitap yaşamımı derinden etkileyen-rastlantı veya düzen- Rakam ve Harfe adanmıştır. Bütün “A” lar adına.
ÖNSÖZ
Yazılanlarda yaşanılan iyi şeylerden bahsedildiğini görmememizin nedeni kötü şeylerin bizde daha derin izler bıraktığındandır. İyi ve kötü şeylerin birbirine dönüşmesinin bunda büyük payı vardır. Yazma nedenimizi başkasına anlatmadan önce kendimize sorduğumuzda iyi ve kötülerin biz ve ötekiler için bıraktığı izin derinliğini sorgulamadır. Bütün Eski kentler gibi dar sokakları ve duvarları taştan bir mahallede yaşayan altı-yaşında bir çocuğun gerçek bir köy yaşamı yüzleşmesinden günümüze ses ve kokular birbirine karışır. Birinde Evleri kuşatan mahaller, mahalleleri kuşatan Surlar taştan kentte doğmuş özgür “ben” arkadaş, yoldaştır. Ötekine kuşatan evler ve mahalleler kerpiç ve topraktan Köye ait köle ”biz” hısım, akrabadır. Ben ve egemen Babanın kültür dili Türkçe’dir. Biz ve ezilen Ananın dili Kürtçe’dir. Yaşamın ve yaşantının hikayesi bu kadar basit değildir. Olan ile olması gereken mücadelesinde ait olan bizin içinden çıkan ben, özgür benin içinden çıkan biz yani iyi ile iyi, kötü ile kötü arasındaki, görünenin içinde görünmeyeni anlatmaya çalışan insan veya insanlık dramıdır.
ANLATI ÜZERİNE BİR KAÇ SÖZ
Bireyin kendi yaşamı ile yaşamın kendi üzerinde etkisi arasındaki fark kuyu ile testi gibidir. Bir işe başlama nedeniniz ile sonuçları arasındaki nereye gittiğini bilen birinin nasıl gidileceğinin birden fazla seçeneğe bağlı olduğunu anlamasıdır. Düşünürün dediği gibi kuyu ile testi arasında “ip” vardır. O yüzden “kuyu derin değil ip kısadır.” Canlılarla yaşam arasındaki ip insandır. Bir tek insan aktarma ve köprü görevini üstlenir. Bunu yazılı veya sözlü bellek ile yapar. Toplumlarda bireyler gibi kendi pencerelerinden bellekler yaratırlar. Bu bellekte olan ile olması gereken farklıdır. Olan şeyler farklı pencerelerden bakılsa da tektir. Olması gerekenler sayısızdır. Olanları kişiler ve toplumlar bellekleştirirken ya övünç ya utanç ya da anıtlaştırmak isterler. Eleştirel bakıldığında övünme-utanç-anıt birbirine dönüşebilir. Yaşamın devasa büyüklüğü karşısında bireylerin ve toplumların acizliği yaşadıkları “kuyudan alabildikleri su “kadardır. Ait olduğu toplumun değerlerini kendi değerleri ile anlatmak ve toplum ile kendi değerlerini bütünleştirmek yanılgısına düşmemek için çatışmalar pahasına üçüncü şahıs olabilmektir. Şahsımıza ait olduğunu iddia ettiğimiz-bizi biz eden “değerler” bütününün ne kadar içinde ve dışındayız? Zorunlu ve gönüllü kimliklerimizi hangi koşullar biçimlendirir? Kuyu mu?, ip mi? desti mi? su mu? Genetik-Sosyal- Kültürel belleğimizde “genetik kan tarihi” hangi sevgi –nefretimizin mayasıdır? Yazılı veya sözlü hangi uygarlık –felsefe-din-ideoloji-kültür “kan hukuku”nun dışındadır? Hangi duyu organımız “kan” olmadan hisseder? Gönüllü ve elimiz kolumuz bağlı bir bulut gibi kişilerden topluma-köylerden aşirete-aşiretlerden uluslara “kendi-öteki olan”ları olduğu gibi-görünenin içinde görünmeyenle-küçük bir yerleşim biriminde geçen “insan” dramıdır. Bu eser: Yalanın gerçeğe, gerçeğin bilmeye, bilmenin güce, gücün acıya, acının söze, sözün yazıya, “gerilmiş ip gibi” dönüştüğünün anlatı çabasıdır.
RAMAZAN ERGİN, 1961 yılında Diyarbakır’da doğdu; İlk, orta, lise ve üniversite eğitimini yine Diyarbakır’da tamamladı. Mardin ili Savur ilçesi Sürgücü (Avine) köyüne kayıtlıdır. Yazar, Diyarbakır’da Ziya Gökalp lisesinde Almanca öğretmenliği yapmaktadır. REŞO KURİ yazarın ilk çalışmasıdır.
Telefon: 0 555 341 97 47
E-mail: ramazanergin21@hotmail.com
KİTAPLA İLGİLİ YORUMLAR
KİTAP İLE İLGİLİ SOSYOLOJİK ANALİZ
Tarih algısı toplumsal değil siyasaldır çoğunlukla. Bizler tarihi öğrenmekle daha çok büyük olayları, büyük şahsiyetleri ve devletleri öğrenmiş oluyoruz. Sanki tarih, sadece büyük insanların, büyük devletlerin ve de büyük söylevlerin tarihidir ve olanca ağırlığı ile halk, sadece bunlar tarafından biçimlendirilmiş birer tamamlayacı öğedir.
Yakın bir zaman önce, Diyarbakır"ın önemli entelektüel simalarından olan Ramazan ERGİN tarafından kaleme alınan “Kanın Gizli Tarihi REŞO KURΔ isimli anlatı, şu üç şeyden ötürü klasik bir tarih çalışması değildir: Birincisi; yer, zaman, şahıslar ve olay örgüsü itibariyle baştan sonra gerçektir, yaşanmıştır ve belgeler ile desteklenmiştir. Yani hikayedir ama yaşanmıştır; bir tarih kitabıdır ama hikayedir. İkincisi; bir sarayın, kralın, devletin, imparatorluğun, peygamberin vs. değil, “sokağın” tarihidir. Kitabı okuduğunuzda sokaktaki adamı görüyorsunuz, sokaktaki adamın imparatorlukla, devletle, ağayla, dünyayla vs. ilişkisini görebiliyorsunuz. Üçüncüsü; Kürt tarih yazıcılığı itibariyle emsalsizdir, ilktir ve Kürt tarihsel/toplumsal örüntülerinin, kısaca Kürt toplumunun analiz edilebilmesi için belgesel bir anlatıdır.
Kısaca kitap tarih yazıcılığı itibariyle ilgi çekicidir. Hem Kürtler"in klasik şifaî /Sözlü anlatımından izler taşır hem de belgeseldir.
Mardin"in Sürgücü aşiretinde, 19.yy"lın sonları ile 20. yy" lın başlarında gelişip yakın zamanımıza değin gelen ve oldukça sıradan bir köylü olan Reşo Kurî etrafında şekillenen olaylar anlatılmaktadır.
Kitap öz olarak Kürtler"i anlatmaktadır. Kürt toplumunun anlaşılması açısından, Kürt toplumunun dayandığı iktidar tarzının, biçiminin, toprakla ve zamanla ilişkisinin açıkça sergilendiği kitabın en önemli özelliklerinden biri de kahramansız olmasıdır. Kahramanlığın olmadığı, kahramanın olmadığı bir dünya ile yüz yüzeyiz burada. Kitap boyunca eğer bir şeyin eksikliğini hissederek okuduğunuzu düşünüyorsanız biliniz ki “eksikliği”ni hissettiğiniz şey kahramanlıktır. Kitabı okuyup bitirdiğinizde ise, esasen kahramanlık beklentisinin hiçte gerçekçi bir beklenti olamayacağını, kahramanlığın gerçek ile ilişkisini sorgulayarak anlayabileceksiniz. Gerçek ile kurgu arasındaki ayrımın sandığınızdan daha acımasız olduğunu öğrenebileceksiniz.
Kürt toplumuna giren “yabancı” unsurların Kürtler ile ilişkisini, Kürtler"i algılama ve de Kürtler"in onları algılama tarzlarının da anlatıldığı kitap, öz olarak kendi topraklarının yasaları ile yaşayan Kürtler"in, kendileri ve de yabancılar ile yaşamış olduğu dünyayı gözümüzün önüne sergilemektedir. Kültür ile toprak arasında bünyevî bir ilişkinin zorunluluğuna inandırıyor sizi, dilin ve kültürün hem acımasız hem de şefkatli kollarında insanın nasıl da pasif kaldığını anlatıyor.
Şahsen kitabı bir tür trajedinin verdiği his ile okudum. Esasen bize anlatılan bir trajedi yok ortada. Ama hayat çok acımasız gibi duruyor önümüzde. Yani kitap boyunca sevindiğiniz bir şey bulamazsınız belki ve bulduğunuzda da biraz sonra bunun ne kadar yalancı ve sahte bir sevinç olduğunu hem görüyor hem de hissediyorsunuz. Nietzsche, sonu “kötü” biten Yunan tiyatro oyununu, sonunun kötü olduğunu bilerek yaşayan insanları anlatması itibariyle bize aynı zamanda yaşamamızı da gösterdiğini iddia ediyordu. Esasen arayacağımız her şeyin sonunda bir hiçlik vardı, bu hiçliği bilerek bir şey aramak. Arayarak hiçliğe ulaşmak. Hayat ve trajedinin birleştiği nokta. Bilmiyorum belki yazarın böyle bir niyeti yoktur ama bende şahsen uyandırdığı temel düşüncelerden biri bu. Yani kötümser olmamız için bir çok sebep sıralıyor kitap.
Kürtler"in komşu kavimler ile ilişkisinin Kürtler"de var ettiği yüzeyselliği, bu yüzeysellik üzerinden şekillendirilmeye çalışılan iktidarın, iktidar tarzının da şekillendirildiği bir kitap.
Kan ile ilişkinin, kanın Kürt toplumundaki sembolik ifadesinin ve gücünün de tanığı olabiliyorsunuz. Güçlülerin nasıl korkak, korkakların ve eziklerin nasıl cesur ve gözü kara kesilebileceğini, gücün de korkaklığın da “güç”ten ve “korkak” lıktan öte ölçülere sahip olduğunu anlayabiliyorsunuz.
M. Foucolut"yu da hatırlatan bir çalışma. Eminim Kürt toplumunun iktidar/bilgi biçiminin deşmek isteyen Bir M. Foucalt"u heyecanlandırabilecek bir çalışmadır.
Anlatının eleştirilebilecek bir iki noktası da var tabii ki: Anlatı boyunca yazar, olayları nasıl görmemiz ve olaydan neler anlayabilmemiz için bizlere öncülük ediyor ve bu iyi bir anlatının ruhuna biraz terstir. Gerçi bu konuda pek aşırıya kaçılmış değil ama yine de eleştirilebilecek bir husus olarak önümüzde duruyor.
İkincisi, anlatının bir iki yerinde nerdeyse kopmalar yaşamak mümkün. Olaylar ve şahıslar arası ilişkileri kurmada anlatı daha açık ve yalın olabilirdi, kurgusu daha az zorlayabilirdi bizi.
Üçüncüsü de yazarın kendi hayat algısı üzerinden toplumsal sembol ve inançlara ilişkin göndermeler yapmasıdır. İşin bu boyutunun da kesinlikle abartılacak düzeyde olmadığını belirtmekle beraber, yazar; inanç dahil bütün kültür formlarını tarihsel ve doğal şartların bir türevi olarak algılamakta ve bizlerin de bunu böyle algılamamızı ister gibi durmaktadır. Böylece kitabın “altyazısı ”nın içerdiği bu mesaj her ne kadar anlatının ve hikayenin güzelliğinden ve öneminden bir şey kaybettirmiyorsa dahi bu hususun en azından “belgesel” bir nitelik taşıyamayacağını belirtmekte fayda var.
Adnan Fırat / Sosyolog
BİR EDEBİYATÇI'NIN YORUMU
’REŞO KURİ’’ üzerine…
Sevgili Ramazan Ergin hoş, güzel, akıcı, ve çok dramatik bir anlatı hazırlamış. Bu anlatı yer yer insanların, olayların, durumların ve çatışmaların sergilendiği, kendi alanında önemli sayabileceğimiz müthiş bir yapıt….....
Reşo Kuri, yazarın hem yakından izlemiş olduğu bir tarihi destanlaştırması hem de bu kültürün özelliklerini ortaya koyması adına realist özellikler taşımaktadır. Çünkü, bir Avina’lı olarak toplumun bir düzen tarafından nasıl ezildiği ,sömürüldüğü ve insanların bu zülüm karşısında nasıl bir hiç haline getirildiği anlatılmaktadır. Eser de güçlü, güçsüz, ezen, ezilen, sömüren, sömürülen çatışması vurgulanmaktadır. Okuyucunun önüne toplumsal sorunları (ağa, eşraf, devlet, köylü ilişkileri , baskıcı yönetimin ürünü yoksunluklar, yoksulluklar içinde ölen, öldüren, hapislere düşen insanlar) sererek okuyucuları bu sorunlar üzerinde düşünmeye çağırır. Yazarın insanları daha iyiye, daha doğruya ve daha güzele ulaştırma gayesi bu yönüyle onun hem gözlemci gerçekçi, hem toplumsal gerçekçi ve hem de bir eleştirel gerçekçi olduğunu göstermektedir. İnsanların iç hayallerini dışa vuran eylemlerle ortaya koyan yazar; yan tutmayan bir gözlemci gibi davranmakta, kişisel ve toplumsal çatışmayı çok güzel bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu, köylünün dramıdır. Sadece ekonomik sömürüye dayanmayan dini, hukuki bir sömürüdür. Aynı zamanda tarihin, geleneğin, göreneğin ve ahlak anlayışının da dayattığı bir sömürü düzenidir......
‘’Önlerinde tek engel Kürtlerin binlerce yıllık amca kızı, amca oğlu hukukudur. (Amca oğlu isterse amca kızını gerçekten çevirebilir)’’1 (.....
‘’Şehir merkezinde bir kadının Yezidi olduğunu ispat edersen o kadını cariye olarak kullanma, satma hakkına sahip olursun. Osmanlı kadıları için bu çok meşru bir yasadır.”2 (a.g.e, s.86 )
Eser, yakın geçmiş olması itibariyle toplumun sadece psikolojik ifadesi değil geçmişten günümüze Kürt özelliklerinin tarihi, felsefi ve sosyolojik ifadesidir. Eser tarihi ve sosyolojik açıdan geçmişten günümüze kadar Kürt kültürünün mihenk taşı diyebileceğimiz özelliklerini gösteren bir başyapıttır......
“… Düşmanlar arasındaki kan davaları, toprak, para yada kan bedeli kız verme ile barış sağlanır. Kız kızla takas edilir; (Berdel) böylece kız ile düşmanlıklara son verilir. Kız ile akraba olunur. Kız ile onurlanır, onursuzlaşır. Kan akrabalığına toplumsal kast girince bu tür evlilikler artık eşit ya da daha güçlü kastların kendi aralarındaki izdivaçlarla devam ettirilir. Kürt tarzı kast sistemi kadın üzerine kuruludur. Bütün yaşamsal değerlerden önce gelir. Toprak bile öğretisini kadından alır. Yaşamın adıdır kadın. (Jin-kadın, Jiyan-yaşam) “ 3 ( a.g.e.,s.29).....
Yaşanılan zaman diliminde “yaşanılan toplumun” ifadesi olarak toplum anlatılmıştır. Ve bu trajik bir yaşamdır. Böyle bir yaşamda başkaldırı muhakkaktır ve nitekim güzel bir başkaldırı söz konusudur. Eserde insan hayatında yeri olan doğum, büyüme, beslenme, cinsellik, evlilik, çocuk, ölüm gibi konular irdelenmiştir......
“…Yasağın erkek meşruluğunu köyün dişi köpek ve eşekleri çeker. İnekler bile eti yenildiğinden, sütü içildiğinden zinaya kurban gitmiş sayılır.”4 (a.g.e, s.46).....
Her ne kadar ilk eseri olarak ifade ettiği Avina, onun sanki ilk eseri değil de bu alanda yazılmış bir çok eseri varmış gibi bir durumu ortaya koymaktadır. Çünkü başarılı bir durum söz konusudur. Belki de çok iyi gözlemlemesi ve çok iyi bir araştırma sonucu tam teşekküllü bir kitap hazırlaması başarısını arttırmıştır. Bunun yanı sıra insana, insanın içinde yaşadığı topluma, diğer insan topluluklarına da sevgi dolu olması, onları olduğu gibi kabul etmesi ve yeri geldiğinde bir Ağaya karşı bile sevgiyle yaklaşması Ramazan Ergin’in insan olarak ta ortaya çıktığının kanıtıdır......
“…Kapısında hiç kimseyi aç bırakmayan ama karşılığında arazilerin tapusu ile saygıyı isteyen bir ağa. İsmi bile düşmanlarına korku salan, dostlarına güven aşılayan bir ağa. Dostları tebaası bazen bu sadakati kendi menfaat ve lehlerine kullansalar bile.”5 ( a.g.e, s-94 ).....
Yazar olarak tarafsız ve estetik bir ruh haliyle bunu ortaya koyması, bir felsefesinin olması, üslubunun alabildiğine hoş ve derin anlamlar taşıması, sanatçının gelecek vaat ettiği ve ilerde daha iyi eserlerde verecek kapasitede olduğunu göstermektedir.
Daha öncede belirttiğim gibi, eser, hakim bakış açısıyla anlatılan bir destan özelliği taşımaktadır. Yazarımız o döneme ait olayları Kürtçe tekerleme, atasözleri ve deyimleri çok iyi derlemiş ve hem Kürtçe’sini hem de Türk’çe sini yerinde vererek eseri zenginleştirmiştir......
“ Bi Şiwanre dihere ber pez, bi Gurre pez dixwe, bi xwedire şiné dike” (Çoban ile koyunları güder, Kurt ile sürüleri yer, Sürü sahibi ile yaz tutar) . 6 (a.g.e, s.63 ).....
“…Çélké mara bé jahr nabe. (Yılanın yavrusu zehirsiz olmaz).” 7 (a.g.e,s-95 ).....
“ Ji milka Aş, ji haceta sımtraş, ji méra e ku nenéré ne li peş u ne li paş.” (Mülklerden değirmen, aletlerden Nal tıraşı, Erkelerden ne arkasına ne de önüne bakmayan makbul dur.) 8 (a.g.e, s.109 ).....
Ama, eser daha çok bir kültürün, yaşam tarzı ve dokusunun özelliklerinin lirik bir şekilde anlatılmasıdır. Her sayfasında bazen coştuğum, bazen dirildiğim, bazen kızdığım ve bazen öldüğüm olmuştur. Satirik, didaktik ve lirik özellikler ağırlıkta olan eser, Ramazan Ergin’in de dokunaklı ve ironik yanını sergilemektedir. Sevgili arkadaşımın başarılarının devamının diliyor, yazdıklarının ona yaşayamadığı huzuru bahşetmesini istiyorum......
Sevgilerimle…
10. 09. 2007
Sultan BOZKUŞ
Z.G.L Edebiyat öğretmeni
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder