Aşiretler:
Mardin’deki
toplumsal hayatı teşkil eden unsurlardan en fazla dikkat çekeni aşiretlerdir.
Belgelerde konar-göçer olarak adlandırılan ama esas itibariyle yarı göçebe bir
hayat yaşayan ve yaşadıkları hayat tarzına göre mevsimden mevsime yaylak ve
kışlak arasında daimi olarak hareket eden bu aşiretler, Mardin’in gerek
toplumsal hayatında ve gerekse siyasi çekişmelerinde önemli rol oynamışlardır.
Aşiret,
çeşitli kan bağları ile birbirine bağlı, belli bir alan üzerinde hayvancılık
yaparak, kendilerine mahsus bir hayat tarzı ile göçebe olarak yaşayan insan
topluluğudur. İçtimai olarak yukardan aşağıya sırasıyla boy (aşiret), oymak
(cemaat), oba (mahalle) şeklinde bölümlere ayrılan aşiretlerin başında “bey”
(Kürt aşiretlerinde “mir”, Arap aşiretlerinde “şeyh”) denilen birisi bulunurdu.
Mardin’e ait belgelerde genelde bey veya mir ifadeleri daha çok kullanılmakla
birlikte “ağa” sıfatının da bazı aşiret beyleri için kullanıldığına şahit
olmaktayız. Beylerin seçimi ile alakalı iki yöntem bilinmektedir. Bunlardan
birincisi, irsi bir dayanak olmadan, aşireti temsil eden grupların ileri
gelenlerinin, bir kişiyi bey olarak kabul edeceklerine dair kanaatlerini
hükümete bildirmeleri ile hükümet tarafından bu şahsa beylik beratı verilmesi
sonucunda tamamlanan süreçtir. İkincisi ise irsi olarak babadan oğla geçen bir
silsile ile beylerin tayin edilmesi sürecidir. Bu iki yöntemden irsi olarak
babadan oğla geçen beylik sitemi Mardin’de en sık rastlanılanıydı. Mirlerin
yönetimde acizlik göstermeleri veya kendisine bağlı olan aşiretlere
zulmettikleri zamanda devletin bunları görevden alma yetkisi vardı.
Mardin’deki
aşiretleri yapı bakımından şu şekilde bir tasnife tabi tutabiliriz:
1- Tek
başına, müstakil bir teşekkül halinde bulunanlar,
2- Başka bir
teşekkülden ayrılarak zamanla çoğalıp sayıları artan ve genelde de başlarında
bulunan beyin ismiyle anılanlar,
3-
Federasyon şekli gösterenler.
Biricisine
örnek olarak Sürgücü aşiretini, ikincisine örnek olarak ise Şeyhanlu Mehmed ve
Piran Ali aşiretlerini, üçüncüsüne örnek olarak da Milli ve Kiki aşiret
federasyonlarını gösterilebiliriz.
XVI. yüzyıl
tahrir defterlerinde cemaat-i ekrad başlığı altında gösterilen ve birçoğunun
yerleşik düzene geçtiği kaydedilen aşiretler; Sürgücü, Milli Akkeçilü, Milli
Karakeçilü, Mişki, Denabi, Şah Bastı (Nasibi), Zoli, Behramki, Brazi, Turaçlu,
Dehleki aşiretleri ile birlikte, Hindilü, Bölük, Çekeni, Gülabi, Çölek, Mehmed
Kurs, Karakeçili, Kullu Behramki, Kadıyan, Mindilgan, Halan, Cemaleddinlü,
Sarilü, Beydanlü (Bendayi), Lek ve Tabanlü cemaatleri ve bunlara bağlı oba ve
oymaklardan müteşekkil idi.
Osmanlı
idarecileri, bütün imparatorluk çapında tek bir idari sistem kurmak yerine
hâkim olduğu ülkenin coğrafi, etnik, sosyal ve kültürel özelliklerini dikkate
alarak farklı yönetim biçimleri uygulamışlardır. Doğu ve Güneydoğudaki feodal
yapının farkında olan devlet adamları, bölgeyi ele geçirdikten sonra öncelikli
hedef olarak Safevilere karşı bölgeyi elde tutmak, daha sonrada bölgedeki
feodal yapının devlete vereceği zararları önlemek amacıyla aşiretlere özel önem
vererek mir-i aşiret sistemini getirmişlerdir. Bu anlamıyla bölgedeki bazı
aşiretlere “mir-i aşiret” adıyla imtiyazlı tımarlarvermişlerdir.
Güneydoğu ve
Doğu Anadolu’nun fethiyle ortaya çıkan mirî aşiretlik sistemi ile birlikte bazı
aşiret reislerine tanınan imtiyaz, Osmanlı kaynaklarında şöyle anlatılmaktadır:
“Van ve
Diyarbekir ve Şehrizor eyaletlerinde bazı mir-i aşiretler vardır.
Lakin Sancak
Bey’i hükmünde olmayup zuema makamında dört yüzü mütecavizdir. Tabl u alem
sahibi değildir. Sancağı beyleriyle sefere eşerler.
Fevt
olduklarında mutasarrıf olduğu tımarlar ile mîr-i aşiretliği oğluna, oğlu yoğ
ise akrabasına virilür münkariz oldukda sair zeamet gibi hârice dahi virilür”
Yukarıda da görüldüğü üzere konar-göçer teşekkül olarak da adlandırdığımız aşiretler,
sınırları belli bir coğrafyada, idari ve mali bir hüvviyete sahip olarak yaylak
ve kışlak hayatı sürmekte idiler. Bu aşiretlere konup göçtükleri vilayetin
idari yapısına göre sancak ve kaza statüsü de verilebilirdi. Böylece
aşiretlerin üzerilerine idareciler nasb olunarak onların asayiş ve vergi
meseleleri denetim altına alınıyordu. XVIII. yüzyılda bölgede yaşayan aşiretler
hakkında şer’iye sicillerinde bulunan “tevzi defterleri” aracılığıyla edilen
bilgilerde de yine aynı şekilde Mardin’deki aşiretlerin birer vergi ünitesi
olarak tasnif edildikleri ve vergiye tabi tutulduklarını görüyoruz. Belgelerde
Aşiret-i Kiki, Aşiret-i Sürgücü gibi isimlerle vergiye tabi tutulan bu
aşiretlerin bir alt birimi olarak karye (köy) kullanılmıştır.
XVIII. yüzyıla ait tevzi defterlerinden elde ettiğimiz verilerde bu yüzyılda yaşayan aşiretler şunlardır:
1. Aşiret-i
Kiki
2. Aşiret-i
Sürgücü
3. Aşiret-i
Şeyhanlu (Ahmed ve Mehmed)
4. Aşiret-i
Suhergan
5. Aşiret-i
Milli
6. Aşiret-i
Denabi
7. Aşiret-i
Araban
8. Aşiret-i Turaçlu
9. Aşiret-i
Şah Bızi
10. Aşiret-i
Dekuri
11. Aşiret-i
Kurmi-Kerumi
12. Aşiret-i
Berguhan
13. Aşiret-i
Bahaddinlü
14. Aşiret-i
Mindilgan
15. Aşiret-i
Billükan
16. Aşiret-i
Musan
17. Aşiret-i
Tavsi
18. Aşiret-i
Piran Ali
19. Aşiret-i
Daşi
20. Aşiret-i
Piriğan
21. Aşiret-i
Kalenderan
22. Aşiret-i
Şah-ı Bend
23. Aşiret-i
Tımar-ı Meşki
24. Aşiret-i
Havas-ı Meşki
25. Aşiret-i
Hamza Haculu
Yukarıda
ismi geçen aşiretler tevzi defterlerinde birer vergi ünitesi olarak isimleri
geçen aşiretlerdir. Osmanlı Devleti bölgedeki aşiretleri birer vergi ünitesi
olarak tasnif etmiş ve vergilendirme yoluna gitmiştir. Çeşitli tarihlerde
farklı aşiretlerin vergi ünitesi olarak defterlere yansımış olduğunu görüyoruz.
Bu durum aşiretlerin o tarihteki etkin olma ve yerleşik düzene geçme
durumlarıyla açıklanabilir. Bu veriden yola çıkarak XVIII. yüzyıl
Mardin’inde yüzyıl içerisindeki zaman diliminde hangi aşiretlerin etkin olduğunu anlayabilmek adına aşağıdaki tabloyu kullanabiliriz. Aşiretlerin sıralaması her belgedeki orijinal sıraya göre yazılmıştır.
b. Sürgücü Aşireti:
Halen Savur
ilçesine bağlı Sürgücü nahiyesine ismini veren bu aşiret, Kikiler ile birlikte
en fazla vergiyi ödeyen ve masrafa ortak olan aşiret olarak XVIII. yüzyılda
dikkati çekmektedir. Mardin şehir merkezinin kuzeyinde, Savur ilçesinin
batısında yer alır. Aşiretin batısında Mardin-Diyarbakır yolu, Sultan Şeymus
Deresi, kuzey ve kuzey batısında Barava Aşireti, doğusunda Ahmedi köyü ile
Savur ve Köse mıntıkası, güneydoğusunda Ömeryan aşireti, güneyinde ise Zınnar
mıntıkası, Daşiler ve Mardin şehri yer alır. XVI. yüzyıla ait tahrir
kayıtlarında da ismine rastladığımız bu aşiretin Mardin’e iskânı konusunda bir
bilgiye sahip değiliz. Ancak Mardin’deki en eski yerleşik aşiretlerden biri
olduğu tahmin edilmektedir. 1518-1564 tarihleri arasında
Sürgücü
aşiretine bağlı olan köyler şunlardır: Zavgana, Şatıh, Bermân, Şor (Şorlu),
Eydo, Berdinç, Melik, Abin, Kızıl Mescid, Şafistan, Bağistan, Tizyân, Ayan,
Oruç Bey, Deyr-i Duk, Pare, Bafava, Harab Reş, Ahmed, ve Mağaradelen.
Sürgücü ismi
üzerinde çeşitli rivayetler mevcuttur. “Sur-gücü” ismindengeldiği iddialarına
karşılık, Musul civarındaki “Surçi aşireti” ile irtibatlı olduğunu ileri
sürenler ve Urfa’nın Suruç kazasından ayrılma bir aşiret olduğunu savunanlar da
mevcuttur. Aşiretin merkezi “Avina” köyü olup, yöneticileri burada ikamet
etmişlerdir.
Sürgücülerin
Mardin’in hâkimiyeti mücadelesinde XVIII. yüzyılın sonlarında yer almaya
başladıklarını görüyoruz. Buna rağmen bölgede en fazla vergiyi veren diğer
aşiret olan Kikilerle zaman zaman sert tartışmalar yaşadıklarına belgelerden
şahit olmaktayız. Adı geçen aşiretler kuvvetle muhtemel hem-hudut olmalarından
kaynaklanan bir takım anlaşmazlıklar içerisine düşmüş, zaman zaman
barışmalarına rağmen bunun devamlı olmadığı anlaşılmıştır. 1763 yılında her iki
aşiretinde aralarındaki husumetten şikâyetçi olarak, Diyarbekir Valisi Mustafa
Paşa’nın tavassutuyla aralarında sulhun devamlı hale gelmesi için bir anlaşmaya
vardıkları sicillere yansımıştır. Her iki aşirettin ileri gelenlerinin belgede
ismi “kanun” olarak geçen yerde “takrir-i kelâm edip bu vakte gelinceye
beynlerimizde vukû’ bulan ihtilâl ve mukâtele ve muharebe ref’ olunup
ahdihuma-i acze tecâvüz ve te’addi etmeyüb ve hîn-i muharebede zayi’ ve telef
olunan emvâl ve mecruh olanların cerâhetleri nakısa sirâyet eder ise katl ve …
demleri heder olup iddi’â olunmamak üzere sulh ve ‘akd-i musafât eyledik”
diyerek, Amid kadı nâibi es-Seyyid Abdullah’ın hüccetiyle her iki tarafın
taahhüdüne göre, iki aşiretten hangisi aradaki sulhu bozarsa devlete (cânib-i
mîrîye) 10.000 kuruş “nezr” vermekle mükellef tutulacağına dair bir anlaşma
yapmışlardır. Bu anlaşmanın bozulduğuna dair belgelerde yeni bir kayıt mevcut
bulunmamaktadır. Daha sonraki dönemlerde de küçük bazı anlaşmazlıklar dışında
iki aşiret arasındaki sulhun devam ettiğini düşünmek yanlış olmayacaktır. Hatta
daha sonraki tarihlere denk gelen 1777 senesindeki Mardin voyvodalığının Hacı
Abbas Ağa’ya verilmesi sırasındaki olaylarda Kikilerle-Sürgücülerin ittifak
yaptıklarına şahit olmaktayız.
Kendisinden
önceki yönetici Yusuf Ağa zamanında çıkan tartışmalarının ortasında kendini
bulan Hacı Abbas Ağa, şehirde sükûneti sağlamak amacıyla birçok kişiyi hapse
attırmış, ancak başta Sürgücü beyi Hüseyin bin Hasan Ağa olmak üzere Kiki ve
Gurs aşiretleri bu duruma tepki göstermişlerdir. Kiki, Sürgücü ve Gurslular
arasındaki ittifakın 1791 yılına kadar devam ettiğini Abdüsselam Efendi’den
öğreniyoruz ki, bu tarihte Mardin üzerine yürüyen Bağdat Hâkimi Süleyman Paşa
ittifak içerisindeki Sürgücü Bey’i Hüseyin Ağa ile beraber Gurslu Hacı Hasan
Ağayı 120 yezidi ile birlikte öldürmüştür.
Sürgücülerin
Mardin hâkimiyeti mücadelesine katılmaları ikinci olarak 1795-96 yıllarında
denk gelmektedir. Millizade Necib Bey’in Mardin hâkimliğine atanması halk
tarafından hoş karşılanmamış ve Necib Bey’e karşı kurulan ittifaka Sürgücülerin
bir kısmı destek vererek Sürgücü aşiretinin ikiye bölünmesine sebep
olmuşlardır. Sürgücülerden Fendi Bey’in Tüfekçibaşı Abdurrahim Bey ile birlikte
Necib Bey’e karşı blokta yer almasının bedeli ağır olmuş, Fendi taraftarlarının
çoğu öldürülmüş bir kısmı da çeşitli yerlere sürülmüştür. Mardin kırk gün
muhasara altında kalmış, Abdurrahim ve taraftarlarının teslim olmamaları
sonucunda şehirde kıtlık baş göstermiştir. Sonrasında halk isyan ederek
Abdurrahim’i teslim olmaya zorlamıştır. Sürgücü aşiretinin XVIII. yüzyıla
nazaran özellikle XIX. yüzyılda etkinliğini arttırdığı ve siyasi mücadelelere
girdiği bilinmektedir.
Kaynak:
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TARİH ANABİLİM DALI
YENİÇAĞ BİLİM DALI
XVIII. YÜZYILDA MARDİN ŞEHRİ
DOKTORA TEZİ
Hazırlayan
Veysel GÜRHAN
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Altan ÇETİN
Ankara-2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder