Sayfalar

18 Haziran 2022 Cumartesi

18 Yüzyılda Mardin Şehri - VEYSEL GÜRHAN

Aşiretler:

Mardin’deki toplumsal hayatı teşkil eden unsurlardan en fazla dikkat çekeni aşiretlerdir. Belgelerde konar-göçer olarak adlandırılan ama esas itibariyle yarı göçebe bir hayat yaşayan ve yaşadıkları hayat tarzına göre mevsimden mevsime yaylak ve kışlak arasında daimi olarak hareket eden bu aşiretler, Mardin’in gerek toplumsal hayatında ve gerekse siyasi çekişmelerinde önemli rol oynamışlardır.

Aşiret, çeşitli kan bağları ile birbirine bağlı, belli bir alan üzerinde hayvancılık yaparak, kendilerine mahsus bir hayat tarzı ile göçebe olarak yaşayan insan topluluğudur. İçtimai olarak yukardan aşağıya sırasıyla boy (aşiret), oymak (cemaat), oba (mahalle) şeklinde bölümlere ayrılan aşiretlerin başında “bey” (Kürt aşiretlerinde “mir”, Arap aşiretlerinde “şeyh”) denilen birisi bulunurdu. Mardin’e ait belgelerde genelde bey veya mir ifadeleri daha çok kullanılmakla birlikte “ağa” sıfatının da bazı aşiret beyleri için kullanıldığına şahit olmaktayız. Beylerin seçimi ile alakalı iki yöntem bilinmektedir. Bunlardan birincisi, irsi bir dayanak olmadan, aşireti temsil eden grupların ileri gelenlerinin, bir kişiyi bey olarak kabul edeceklerine dair kanaatlerini hükümete bildirmeleri ile hükümet tarafından bu şahsa beylik beratı verilmesi sonucunda tamamlanan süreçtir. İkincisi ise irsi olarak babadan oğla geçen bir silsile ile beylerin tayin edilmesi sürecidir. Bu iki yöntemden irsi olarak babadan oğla geçen beylik sitemi Mardin’de en sık rastlanılanıydı. Mirlerin yönetimde acizlik göstermeleri veya kendisine bağlı olan aşiretlere zulmettikleri zamanda devletin bunları görevden alma yetkisi vardı.

Mardin’deki aşiretleri yapı bakımından şu şekilde bir tasnife tabi tutabiliriz:

1- Tek başına, müstakil bir teşekkül halinde bulunanlar,

2- Başka bir teşekkülden ayrılarak zamanla çoğalıp sayıları artan ve genelde de başlarında bulunan beyin ismiyle anılanlar,

3- Federasyon şekli gösterenler.

Biricisine örnek olarak Sürgücü aşiretini, ikincisine örnek olarak ise Şeyhanlu Mehmed ve Piran Ali aşiretlerini, üçüncüsüne örnek olarak da Milli ve Kiki aşiret federasyonlarını gösterilebiliriz.

XVI. yüzyıl tahrir defterlerinde cemaat-i ekrad başlığı altında gösterilen ve birçoğunun yerleşik düzene geçtiği kaydedilen aşiretler; Sürgücü, Milli Akkeçilü, Milli Karakeçilü, Mişki, Denabi, Şah Bastı (Nasibi), Zoli, Behramki, Brazi, Turaçlu, Dehleki aşiretleri ile birlikte, Hindilü, Bölük, Çekeni, Gülabi, Çölek, Mehmed Kurs, Karakeçili, Kullu Behramki, Kadıyan, Mindilgan, Halan, Cemaleddinlü, Sarilü, Beydanlü (Bendayi), Lek ve Tabanlü cemaatleri ve bunlara bağlı oba ve oymaklardan müteşekkil idi.

Osmanlı idarecileri, bütün imparatorluk çapında tek bir idari sistem kurmak yerine hâkim olduğu ülkenin coğrafi, etnik, sosyal ve kültürel özelliklerini dikkate alarak farklı yönetim biçimleri uygulamışlardır. Doğu ve Güneydoğudaki feodal yapının farkında olan devlet adamları, bölgeyi ele geçirdikten sonra öncelikli hedef olarak Safevilere karşı bölgeyi elde tutmak, daha sonrada bölgedeki feodal yapının devlete vereceği zararları önlemek amacıyla aşiretlere özel önem vererek mir-i aşiret sistemini getirmişlerdir. Bu anlamıyla bölgedeki bazı aşiretlere “mir-i aşiret” adıyla imtiyazlı tımarlarvermişlerdir.

Güneydoğu ve Doğu Anadolu’nun fethiyle ortaya çıkan mirî aşiretlik sistemi ile birlikte bazı aşiret reislerine tanınan imtiyaz, Osmanlı kaynaklarında şöyle anlatılmaktadır:

“Van ve Diyarbekir ve Şehrizor eyaletlerinde bazı mir-i aşiretler vardır.

Lakin Sancak Bey’i hükmünde olmayup zuema makamında dört yüzü mütecavizdir. Tabl u alem sahibi değildir. Sancağı beyleriyle sefere eşerler.

Fevt olduklarında mutasarrıf olduğu tımarlar ile mîr-i aşiretliği oğluna, oğlu yoğ ise akrabasına virilür münkariz oldukda sair zeamet gibi hârice dahi virilür” Yukarıda da görüldüğü üzere konar-göçer teşekkül olarak da adlandırdığımız aşiretler, sınırları belli bir coğrafyada, idari ve mali bir hüvviyete sahip olarak yaylak ve kışlak hayatı sürmekte idiler. Bu aşiretlere konup göçtükleri vilayetin idari yapısına göre sancak ve kaza statüsü de verilebilirdi. Böylece aşiretlerin üzerilerine idareciler nasb olunarak onların asayiş ve vergi meseleleri denetim altına alınıyordu. XVIII. yüzyılda bölgede yaşayan aşiretler hakkında şer’iye sicillerinde bulunan “tevzi defterleri” aracılığıyla edilen bilgilerde de yine aynı şekilde Mardin’deki aşiretlerin birer vergi ünitesi olarak tasnif edildikleri ve vergiye tabi tutulduklarını görüyoruz. Belgelerde Aşiret-i Kiki, Aşiret-i Sürgücü gibi isimlerle vergiye tabi tutulan bu aşiretlerin bir alt birimi olarak karye (köy) kullanılmıştır.

XVIII. yüzyıla ait tevzi defterlerinden elde ettiğimiz verilerde bu yüzyılda yaşayan aşiretler şunlardır:

1. Aşiret-i Kiki

2. Aşiret-i Sürgücü

3. Aşiret-i Şeyhanlu (Ahmed ve Mehmed)

4. Aşiret-i Suhergan

5. Aşiret-i Milli

6. Aşiret-i Denabi

7. Aşiret-i Araban

8. Aşiret-i Turaçlu

9. Aşiret-i Şah Bızi

10. Aşiret-i Dekuri

11. Aşiret-i Kurmi-Kerumi

12. Aşiret-i Berguhan

13. Aşiret-i Bahaddinlü

14. Aşiret-i Mindilgan

15. Aşiret-i Billükan

16. Aşiret-i Musan

17. Aşiret-i Tavsi

18. Aşiret-i Piran Ali

19. Aşiret-i Daşi

20. Aşiret-i Piriğan

21. Aşiret-i Kalenderan

22. Aşiret-i Şah-ı Bend

23. Aşiret-i Tımar-ı Meşki

24. Aşiret-i Havas-ı Meşki

25. Aşiret-i Hamza Haculu

Yukarıda ismi geçen aşiretler tevzi defterlerinde birer vergi ünitesi olarak isimleri geçen aşiretlerdir. Osmanlı Devleti bölgedeki aşiretleri birer vergi ünitesi olarak tasnif etmiş ve vergilendirme yoluna gitmiştir. Çeşitli tarihlerde farklı aşiretlerin vergi ünitesi olarak defterlere yansımış olduğunu görüyoruz. Bu durum aşiretlerin o tarihteki etkin olma ve yerleşik düzene geçme durumlarıyla açıklanabilir. Bu veriden yola çıkarak XVIII. yüzyıl

Mardin’inde yüzyıl içerisindeki zaman diliminde hangi aşiretlerin etkin olduğunu anlayabilmek adına aşağıdaki tabloyu kullanabiliriz. Aşiretlerin sıralaması her belgedeki orijinal sıraya göre yazılmıştır.

b. Sürgücü Aşireti:

Halen Savur ilçesine bağlı Sürgücü nahiyesine ismini veren bu aşiret, Kikiler ile birlikte en fazla vergiyi ödeyen ve masrafa ortak olan aşiret olarak XVIII. yüzyılda dikkati çekmektedir. Mardin şehir merkezinin kuzeyinde, Savur ilçesinin batısında yer alır. Aşiretin batısında Mardin-Diyarbakır yolu, Sultan Şeymus Deresi, kuzey ve kuzey batısında Barava Aşireti, doğusunda Ahmedi köyü ile Savur ve Köse mıntıkası, güneydoğusunda Ömeryan aşireti, güneyinde ise Zınnar mıntıkası, Daşiler ve Mardin şehri yer alır. XVI. yüzyıla ait tahrir kayıtlarında da ismine rastladığımız bu aşiretin Mardin’e iskânı konusunda bir bilgiye sahip değiliz. Ancak Mardin’deki en eski yerleşik aşiretlerden biri olduğu tahmin edilmektedir. 1518-1564 tarihleri arasında

Sürgücü aşiretine bağlı olan köyler şunlardır: Zavgana, Şatıh, Bermân, Şor (Şorlu), Eydo, Berdinç, Melik, Abin, Kızıl Mescid, Şafistan, Bağistan, Tizyân, Ayan, Oruç Bey, Deyr-i Duk, Pare, Bafava, Harab Reş, Ahmed, ve Mağaradelen.

Sürgücü ismi üzerinde çeşitli rivayetler mevcuttur. “Sur-gücü” ismindengeldiği iddialarına karşılık, Musul civarındaki “Surçi aşireti” ile irtibatlı olduğunu ileri sürenler ve Urfa’nın Suruç kazasından ayrılma bir aşiret olduğunu savunanlar da mevcuttur. Aşiretin merkezi “Avina” köyü olup, yöneticileri burada ikamet etmişlerdir.

Sürgücülerin Mardin’in hâkimiyeti mücadelesinde XVIII. yüzyılın sonlarında yer almaya başladıklarını görüyoruz. Buna rağmen bölgede en fazla vergiyi veren diğer aşiret olan Kikilerle zaman zaman sert tartışmalar yaşadıklarına belgelerden şahit olmaktayız. Adı geçen aşiretler kuvvetle muhtemel hem-hudut olmalarından kaynaklanan bir takım anlaşmazlıklar içerisine düşmüş, zaman zaman barışmalarına rağmen bunun devamlı olmadığı anlaşılmıştır. 1763 yılında her iki aşiretinde aralarındaki husumetten şikâyetçi olarak, Diyarbekir Valisi Mustafa Paşa’nın tavassutuyla aralarında sulhun devamlı hale gelmesi için bir anlaşmaya vardıkları sicillere yansımıştır. Her iki aşirettin ileri gelenlerinin belgede ismi “kanun” olarak geçen yerde “takrir-i kelâm edip bu vakte gelinceye beynlerimizde vukû’ bulan ihtilâl ve mukâtele ve muharebe ref’ olunup ahdihuma-i acze tecâvüz ve te’addi etmeyüb ve hîn-i muharebede zayi’ ve telef olunan emvâl ve mecruh olanların cerâhetleri nakısa sirâyet eder ise katl ve … demleri heder olup iddi’â olunmamak üzere sulh ve ‘akd-i musafât eyledik” diyerek, Amid kadı nâibi es-Seyyid Abdullah’ın hüccetiyle her iki tarafın taahhüdüne göre, iki aşiretten hangisi aradaki sulhu bozarsa devlete (cânib-i mîrîye) 10.000 kuruş “nezr” vermekle mükellef tutulacağına dair bir anlaşma yapmışlardır. Bu anlaşmanın bozulduğuna dair belgelerde yeni bir kayıt mevcut bulunmamaktadır. Daha sonraki dönemlerde de küçük bazı anlaşmazlıklar dışında iki aşiret arasındaki sulhun devam ettiğini düşünmek yanlış olmayacaktır. Hatta daha sonraki tarihlere denk gelen 1777 senesindeki Mardin voyvodalığının Hacı Abbas Ağa’ya verilmesi sırasındaki olaylarda Kikilerle-Sürgücülerin ittifak yaptıklarına şahit olmaktayız.

Kendisinden önceki yönetici Yusuf Ağa zamanında çıkan tartışmalarının ortasında kendini bulan Hacı Abbas Ağa, şehirde sükûneti sağlamak amacıyla birçok kişiyi hapse attırmış, ancak başta Sürgücü beyi Hüseyin bin Hasan Ağa olmak üzere Kiki ve Gurs aşiretleri bu duruma tepki göstermişlerdir. Kiki, Sürgücü ve Gurslular arasındaki ittifakın 1791 yılına kadar devam ettiğini Abdüsselam Efendi’den öğreniyoruz ki, bu tarihte Mardin üzerine yürüyen Bağdat Hâkimi Süleyman Paşa ittifak içerisindeki Sürgücü Bey’i Hüseyin Ağa ile beraber Gurslu Hacı Hasan Ağayı 120 yezidi ile birlikte öldürmüştür.

Sürgücülerin Mardin hâkimiyeti mücadelesine katılmaları ikinci olarak 1795-96 yıllarında denk gelmektedir. Millizade Necib Bey’in Mardin hâkimliğine atanması halk tarafından hoş karşılanmamış ve Necib Bey’e karşı kurulan ittifaka Sürgücülerin bir kısmı destek vererek Sürgücü aşiretinin ikiye bölünmesine sebep olmuşlardır. Sürgücülerden Fendi Bey’in Tüfekçibaşı Abdurrahim Bey ile birlikte Necib Bey’e karşı blokta yer almasının bedeli ağır olmuş, Fendi taraftarlarının çoğu öldürülmüş bir kısmı da çeşitli yerlere sürülmüştür. Mardin kırk gün muhasara altında kalmış, Abdurrahim ve taraftarlarının teslim olmamaları sonucunda şehirde kıtlık baş göstermiştir. Sonrasında halk isyan ederek Abdurrahim’i teslim olmaya zorlamıştır. Sürgücü aşiretinin XVIII. yüzyıla nazaran özellikle XIX. yüzyılda etkinliğini arttırdığı ve siyasi mücadelelere girdiği bilinmektedir.

Kaynak:

XVIII. YÜZYILDA MARDİN ŞEHRİ

T.C.

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANABİLİM DALI

YENİÇAĞ BİLİM DALI

XVIII. YÜZYILDA MARDİN ŞEHRİ

DOKTORA TEZİ

Hazırlayan

Veysel GÜRHAN

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Altan ÇETİN

Ankara-2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder