17 Haziran 2022 Cuma

18. Yüzyılda Mardinde Milli Hakimiyeti - DR. İBRAHİM ÖZCOŞAR

XVIII. YÜZYILDA MARDİN’DE MİLLİ HÂKİMİYETİ

1647 yılında Sincar aşiretlerinin isyan etmeleri ve yolları keserek etrafa saldırmaları üzerine Mardin idaresi Bağdat’a bağlanır. Fakat bu durum 1667’de tekrar eski haline döner ve Mardin, Diyarbakır’a tâbi kılınır. Mardin’in idaresinin Diyarbakır valiliğince yürütüldüğü bu dönemlerde Milli aşiretinin Mardin idaresinde söz sahibi olması ve hâkimliği ele almaya başlaması 1704 yılına tekabül eder. Bazı eserlerde 1707 yılında Milli aşiretinin Mardin’e yerleştirildiği belirtilir ve bu “eskiden beri oturdukları Mardin nahiyesine yerleştirildiler ki bulundukları Mardin köylerinin bir kısmı onlara aitti” ifadesiyle mühimme defterleri kaynak gösterilmek suretiyle ifade edilir. 1707 yılında Milli Mustafa Bey, bir yıl müddetince şehri idare eder. 1708 yılında yerine idareye Deli Halil Ağa adlı bir başkası atanır. Ayrıca bu yılda Mardin’de büyük bir veba olur ve çok insan hayatını kaybeder.

Milli Mustafa Bey 1710 ve 1711 tarihlerinde idareyi tekrar eline almıştır ve bu yıldan itibaren Yakuppaşazadeler ile Milli aşireti arasında süregelen hâkimlik mücadelesi gittikçe şiddetlenerek iki taraf arasında çarpışmalara varacak boyutlara ulaşır. Diyarbakır vilayetine bağlı bulunan ve konargöçer olarak yaşayan Milli aşireti, eşkıyalık ve talan suçlamasıyla 1711 yılında Rakka valiliğine gönderilen bir fermanla Rakka’da zorunlu iskâna tabi tutulur. Ancak Rakka valisinin azli üzerine Mardin voyvodalığını* ellerinde tutan Milli İsmailoğlu Haydar ve Mustafa, aşirete “iskândan ref olundukları”na dair bir mektup yazarlar ve bunun üzerine aşiret eski yerine döner. Ahmet Feyzullah MİLLİ, Mustafa Bey’in Mardin hâkimliği görevini icra ederken şehrin ileri gelenlerince Osmanlı sultanına şikâyet edildiğini ve kendisini tutuklamaya gelen görevlileri atlatarak İstanbul’a doğru yola koyulduğunu anlatır. MİLLİ, daha sonra Milli Mustafa Bey’in İstanbul’da padişahla görüştürülmek şöyle dursun hapse atıldığını, burada kaldığı süre içinde hapishaneyi onardığını ve bu icraatından dolayı padişah tarafından taltif edilerek kendisine Mardin hâkimliğine ek olarak Habur’a kadar kurulan tüm kıl çadırlardan “Bec” vergisini kendisi için toplaması işinin ve 360 köyün mülk olarak verilmesinin karalaştırıldığını belirttikten sonra, Mustafa Bey’in kendisine verilen fermanla Mardin’e döndüğü ve ilk olarak kendisinin azline sebep olan ve şikâyette bulunan muhaliflerini tek tek bertaraf ettiğine değinmektedir. Abdulgani Efendi, bu tarihlerde Mardin’in Bağdat’a bağlandığını, 1715’te bir başka Milli reisi olan Milli Ahmet Bey’in Mardin’e hâkim tayin edildiğini ve iki yıl bu görevi sürdürdüğünü eserinin aynı bölümünde belirtir.

1735 yılında Mardin idaresinin Bağdat’a bağlı bulunduğu görülür. Mardin hâkimliğine bu yıl getirilenlerden biri Milli Abdullah Bey’dir ve görev süresi sadece sekiz gündür.

1758, Mardin için çok zor geçen bir yıl olmuştur. Çünkü bu yıl büyük bir kıtlık yaşanmıştır. Abdülgani Efendi’ye göre halk “açlıktan çocuklarını, ölülerini yiyecek” duruma düşmüştür. 1764 yılında Milli Muharrem Bey’in, Mardin voyvodalığından azledilen Hasan Ağa’nın yerine göreve getirilen Ömer Ağa’nın görev yerine gelişine kadar geçecek zaman zarfında geçici olarak Mardin voyvodalığa vekâlet etmesine ve bu göreve Mardin mütesellimi olarak tayin olunduğuna dair bir şeriye sicili kaydına da rastlarız.

1764 yılında, 1780’de ve daha sonraki tarihlerde Mardin’in voyvodalarının merkezden tayin olundukları fakat bunların bazılarının buradaki halk ve aşiretlerle iyi geçinmedikleri kaynaklarda zikredilir. Bu idarecilerin azledilip yerlerine yenilerinin atandığı, bu iki tayin arasında Mardin’deki bazı kimselerin bunların yerine vekâleten idareyi ele aldıkları Nejat GÖYÜNÇ tarafından Mardin şeriye sicilleri kaynak gösterilerek belirtilmiştir. Aynı kaynaklara değinerek açıklamalarına devam eden yazar, bu yüzyıl ortalarında Milli aşireti ileri gelenlerinden bazılarının şehirde hayli nüfuz sahibi olduklarını, 1764’de Milli Muharrem Bey gibi voyvoda tayin olanlar bulunduğunu belirtir.

1771 yılında Mardin’de taun çıktığını ve binlerce kişinin bu vebadan hayatlarını kaybettiğini Abdulgani Efendi’den “bu yılda eliyazu billâh (Allah’a sığınırız) taun çıktı ve nice mamur evleri viran eyledi.” ifadeleriyle öğrenmekteyiz.

1777 yılı, Mardin’de idarenin Yevede Yusuf Ağa’da bulunduğu ve önemli bir karışıklığın da başlayacağı tarih olur. Müftü Ahmet Efendi 􀃹akir ile Milli İsa Bey arasında hâkimin huzurunda bir kavga olur. Olaydan sonra huzuru terk eden bu kimselerden Müftü Efendi evine giderken, Millilerden Abdullah, İsa, Hacı Fettah, Mehmet Necip, Haydar Beyler de Ulu Camii’ne giderek halkı ve kendi taraftarlarını buraya toplarlar. Çarşıyı kilitlerler. Müftünün öldürülmesini ya da sürülmesini sağlamak için birbiriyle sözleşirler. Müftünün durumu öğrenip firar etmesiyle geride kalan mal ve mülkünü gasp ederler. Fakat aynı yılın sonunda Mardin idaresi müftünün kayınpederi olan Hacı Abbas Ağa’ya verilir. Bağdat’tan görevi almaya gelen Hacı Abbas Ağa, Nusaybin civarındayken damadıyla yapılan bu kavganın elebaşları olarak tespit ettiği ve aralarında daha önce müftülüğe tayin ettiği Milli Abdullah Bey ile Hacı Fettah Bey ve Hüseyin Bey’in de bulunduğu aşiret ileri gelenlerini hapsettirir.

Bu tutuklamaların kendilerini de beklediğini anlayan İsa ve Mehmet Necip Beyler kaçarak hayatlarını kurtarırlar. Mardin’e yetişen Hacı Abbas Ağa damadının mallarını gasbetmekten sorumlu tuttuğu İbrahim Bey’i meydanda astırır. Bu olayları bize anlatan Abdulgani Efendi şöyle devam eder; “zamanlarda merkeziyet usulü yoktu. Her türlü icraat ve siyaset bir vali veya vekilinin istibdatkarane fikrine terkedilmişti. Bu sebepten nice canlar cahil bazı valilerin Haccacca’sına olan zulümlerine kurban gitmiştir. İbrahim Bey’in hayatı Şer’i kanuna ters olarak beter düşmanlık ve kızgınlıkla ortadan kaldırıldı.” Bu olaydan sonra müftünün yağmalanan malları toplanınca Sürgücü reisi Hüseyin Ağa, hapsedilen Milli beylerinin bırakılmasını tehditkâr bir mektupla Hacı Abbas Ağa’dan talep etti ve Gars ile Kîkî aşiretlerini yanına çekmeyi başardı. Fakat Hacı Abbas Ağa’nın 1500 kişilik silahlı bir kuvvet oluşturduğunu öğrenince, durumu o sıralarda sözü dinlenen bir idareci olan ve Viranşehir’de meskûn Milli aşireti reisi Timur Paşa’ya bildirip iki taraf arasında aracı olmasını istedi.

Burada yeri gelmişken Viranşehir’de yaşamış ve kaynaklarda “Zor Temir Paşa” olarak ta zikredilmiş olan Milli aşireti reisi Timur Paşa hakkında bilgi vermek gerekir. 1710 yılı sonunda Urmiye’den Viranşehir’e gelen Milli aşireti artık hem kışı hem de yazı burada geçirmeye başlar. Kısa sürede Osmanlı Devleti ile temasa geçen bu aşiret, etraftaki aşiretleri de yavaş yavaş kendi himayesine alır ve zamanla bölgenin tek hâkimi haline gelir. Fakat Arap şamar ve Tay aşiretleri ile girdikleri savaşları kaybedince, İstanbul’da Osmanlı hizmetinde bulunan Gazioğlu’nun torunu Timur Bey, Viranşehir’e dönerek aşiretin başına geçer. Arap aşiretlerine karşı 26 veya 29 aşiret bu dönemde Milli aşiretine bağlanırlar ki buna “tâbi aşiretler” denir. Bu gönüllü birlikteliğin en önemli sebebi şamar, Tay ve Anze aşiretlerinin çöllerden bölgeye kadar uzanan etkileridir. Bu aşiretler kimsesiz ve gözlerine kestirdikleri aşiret veya kabileleri talan ediyor bunun sonucunda sayısız insan hayatını Hacı Abbas Ağa, barış yapıldıktan sonra Hüseyin Ağa ve Gars ile Kîkî liderlerinin yanlarına gidip barış şartları gereği birkaç gün kalmıştır. Daha sonra geri dönünce ilk iş olarak esir ettiği reislerin idamını gerçekleştirmiştir. Bu durumdan, gelen şikâyet ve infialle haberdar olan Bağdat valisi, Hacı Abbas Ağa’yı azleder ve yerine sabık hâkim Yevende Yusuf Ağa’yı atayarak, beylerin ölümüne sebep olanlardan da intikam almasını tembihler. Bu haber Mardin’e ulaştığında Hacı Abbas Ağa’nın damadı Müftü Ahmet ve olaylara karışan birçok yandaşı kaçarak Kabala köyüne sığınırlar.

Sürgücü Hüseyin Ağa tarafından yakalanıp hapsedilen Hacı Abbas Ağa ise Hâkim Yusuf Ağa’nın Mardin’e gelmesiyle bırakılmış ve Bağdat’a valiye gönderilmiştir.

Mardin şehrine evvelce yeniçeri gönderildiği, fakat çoğunluğu Kürt olan bu Yeniçerilerin ahalice kabul edilmediğinden hükümet tarafından geri çekildiği fakat 1777’de bazı kimselerin tekrar gönderilmelerini talep etmeleri üzerine İstanbul’un bunu kabul edip Mardin’e yeniçeri gönderdiğini görüyoruz. Yeniçerilerin Mardin’e gelmeleriyle birlikte şarap içip kötülük yaptıklarını, gençlere sarkıntılık ettiklerini, İslam dininin aralarında değersiz olduğunu nihayet itaat dairesinden çıkarak 1779’da on beşinci hâkim Ali ve haznedarını öldürmeleri ile işlerin çığırından çıktığını ve hükümetin bunları Mardin’den çıkarmak zorunda kaldığını Abdulgani Efendi tarihinden öğreniyoruz.

1780 yılında Milli İsa Bey, yukarıda bahsi geçen yeniçerilerce katledilen Ali Ağa’nın yerine hâkim olarak atanmıştır. İki sene boyunca yürüttüğü bu vazifeden ahalinin şikâyeti ile 1783’te alınır.

1785’te tekrar bu göreve gelir. Bağdat’tan hâkim olarak dönüşünde Nusaybin’de durur. Kardeşi Necip Bey vasıtasıyla Ömerkân’dan, Dâşiler’den topladığı askeri, tarihçi Abdüsselam Efendi’nin tekke sahibi olan ve kadılık yapan babası Ömer Efendi’yi, bazen hâkimlerin yokluğunda onlara vekâlet eden Köprülüzade Mehmet Ağa’yı ve Uzun Ali Cevri’yi öldürmek için gönderir. Bahsi geçen üç kişi evleri ansızın basılarak öldürülür. Bu sırada Abdüsselam Efendi’nin annesi kendisine yüklüdür.

Şunu belirtmek gerekir ki bu dönemde şehir hâkimiyeti için girişilen mücadelelerin bir tarafında aşiretler dururken diğer tarafında müftü, kadı, vaiz gibi görevliler yer alır. İşte bu mücadelede bize gösterir ki Milli ailesi ile Mardin uleması arasındaki rekabet karşılıklı adam öldürme boyutuna vardırılmıştır.

Bu olayları müteakiben İsa Bey, 1786’ya kadar bir yıl müddetince hâkimliğe devam eder. Kendisinden sonra yerine iki hâkim daha geçer. İsa Bey, üçüncü kez 1788’de altı aylık süreyle tekrar göreve gelir. Bu gidişinden sonra dördüncü defa olmak üzere 1791’de bir daha göreve gelir. Bu yıl Bağdat valisi Süleyman Paşa, III. Selim’in emriyle Milli aşireti reisi Timur Bey’i cezalandırmak için Mardin’e gelmekle görevlendirilir. Buraya gelen Süleyman Paşa, Sürgücü reisi Hüseyin Ağa ve Garslı Hacı Hasan Ağa’yı idam eder. Dört ay kaldıktan sonra Bağdat’a döner ve Timurlenk zamanından beri harap olan şehir surlarının tamiri işini İsa Bey’e havale eder. 1792’de tamirata başlayan İsa Bey, bu işi 3 yılda bitirir. İsa Bey’e surun tamiratı görevinin verilmesinden sonra Süryani patriği İğnatiyos, kardeşi Metropolit Abdullahat ve Mardin metropoliti İlyas, Süleyman Paşa’ya giderek kiliselerin ve Deyrüzzaferan’ın tamirini isterler. Paşa bu kişilere ilgi gösterip isteklerini kabul eder. Bu zamandan kalma iki yazıt, Kırklar Kilise’si ve Deyrüzzaferan’da bulunmaktadır.

Mardin’den Bağdat’a dönüşü yolunda Süleyman Paşa 120 Yezidi’yi öldürür. Milli reisi Timur Bey, Süleyman Paşa karşısında tutunamayarak Sincar’a çekilir. Sincar, Milli aşireti için özel bir konuma sahip olmuştur. Nihayet İbrahim Paşa Milli’de 1909 yılında Osmanlı Devleti ve İttihat-Terakki yönetimine başkaldırıp yenilmiş ve Sincar’a kaçmak zorunda kalmıştır. Bu düşünceyi güçlendiren bir başka yazar Ziya GÖKALP’tir ve O, eserinde Milli İbrahim Paşa’nın mağlup olduktan sonra Yezidilere sığındığını ifade etmiştir. İsa Bey, 1793 senesinde vefat etmiş yerine kardeşi Necip Bey geçmiştir. Dört ay süren hükümeti, kendisine karşı ayaklananların Necip Bey’in taraftarı olan Milli aşireti reisini hükümet konağında öldürmeleriyle sona ermiş ve Necip Bey buradan kaçmak zorunda kalmıştır. Necip Bey’in kaçarak hayatını kurtarmasından sonra yerine tekrar Sarı Mehmet Ağa getirildiyse de bu kişi Mardin’e sokulmadı ve halkın isteği üzerine 1796’da azledilmiştir.

1796’da Mardin hâkimliğine tekrar Necip Bey getirilir. Bağdat’tan dönerken, eski hâkimlerin âdeti üzere Firdevs’e indiği sırada, azledilen eski hâkim Bağdatlı Ali Bey’in tüfekçibaşı* olarak atadığı şeyhizade Abdurrahim Ağa, Sürgücülü Fendi ve Savurlu Salih Bey kendilerine katılan bazı muhaliflerle Necip Bey’e karşı isyan ederler. Bu isyana karşısında hemen Nusaybin tarafına çekilen Necip Bey, durumu Bağdat valisine bildirir. Daha sonra derlediği askerlerle Sürgücüleri itaate alır.

Sürgücülü Fendi ve taraftarlarını öldürdükten sonra Mardin’e yürür. Mardin halkı şehir surlarından çıkmayıp, kırk gün boyunca direndiyse de yiyecekleri tükenince, başlarındaki musibete sebep olarak gördükleri Abdurrahim Ağa’dan yüz çevirip Necip Bey’den aman dilerler. Abdurrahim Ağa’nın teslimini şart koşan anlaşmayı kabul eden Mardinliler, böylece bu badireyi atlatmış oldular. Tutuklanan Abdurrahim Ağa, Bağdat’a gönderildi ve orada idam edildi. Bununla yetinmeyen Necip Bey, Dizdar Mahmut Ağa’yı, Ulu Camii hatibi Latifullah Efendi’yi, Pazarbaşı Hacı Ahmet Abrat gibi şehrin direnişinden sorumlu tuttuğu kişileri öldürdü. Şeyhizade Abdurrahim Ağa’nın evini yıkıp mallarına da el koyduktan sonra otoritesini tesis etmiş olan Necip Bey, 1797’de idareyi tamamen eline geçirmiştir. Bu seferki hükümeti dört yıl sürmüştür. Ayrıca bu dönemde 1798 yılında Mardin’de veba salgını yaşanmıştır. Necip Bey, 1800 yılında görevden azledilmiştir.

XIX. YÜZYILDA MARDİN’DE MİLLİ AŞİRETİ

1805 tarihinde Milli Sadık Bey b. İsa Bey, Mardin hâkimi olmuştur. Sadık Bey, hâkimlik görevini yürütürken Tüfekçibaşı Hacı Mustafa b. Ali Kâhya Dâşi ile Odabaşı Hüseyin Ağa Bey b. Selim’i öldürmek isteyince bu iki kişi duruma isyan etmişlerdir ve böylece büyük bir karışıklık başlamıştır. Ömerkân Kürtlerinden bir kısmı bu kişilerin yanında yer almışlardır. Sadık Bey, Dâşilerin Fıskiyye zümresinden olan Fettah Bey’i tüfekçibaşı, Ahmet Ağa’yı da odabaşı tayin etmiştir. Sadık Bey’in hayatına kastettiği diğer iki kişi ise Dâşilerin Haruniyye kısmındandırlar. Abdulgani Efendi eserinde Daşîlerden bahsederken, bunların aslen Botanlı olduklarını fakat buraya bir kıtlık sonrası gelip yerleştiklerini, zamanla hâkimlerle iyi münasebetler neticesinde tüfekçibaşı, odabaşı, bekçilik gibi askeri ve idari mevkileri ellerine geçirdiklerini belirtir ve ekler; “Öldürülmeye razıydılar fakat azillerine tahammül edemezlerdi”. Hacı Mustafa ve taraftarlarının Sadık Bey’den kaçmaları ve Fettah Bey’in göreve gelmesiyle alevlenen  bu iki zümrenin kavgası, 1806’da Sadık Bey’in hâkimlikten azledilmesiyle sona ermemiştir.

Fettah Bey ve taraftarları, kendilerine idarenin el değiştirdiği haberinin ulaştırılmasıyla şehri terk etmişlerse de Haruniyye fırkası buraya gelerek şehre girmek istemiş, Gars ağası buna izin vermeyince bunlar da şehri kuşatmışlardır. Durumun Bağdat’a bildirilmesinden sonra, 1807 tarihinde Bağdat’ın yeni valisi Süleyman Paşa Dâşilerin kesin surette şehre sokulmamaları ve devlet işlerinde görevlendirilmemeleri hakkında bir emir göndermiştir.

1813 yılında Mardin hâkimi olan Mehmet Sait Ağa ikinci defa idareye geldiğinde düşmanlarını bertaraf etmeye başladı. Mehmet Sait Ağa, Milli İsmail Bey ve kardeşi Boz Bey ile Bayraktar Ömer ve Hacı Ebu Zeydi’yi diğer üç arkadaşlarıyla birlikte katlettikten sonra kafalarını Bağdat’a gönderdi. Mehmet Sait Ağa bir iş için gittiği Koçhisar’da iken, Sürgücüler ve onlarla anlaşan Mazıdağı, Denbeliyye, Behrameki, Ömerkân Kürtleri 1815’te şehri kuşattı. Amacı Dâşileri şehirden çıkarmak olan bu kuşatma, hâkimin şehre gelmesi ve bu isteği yerine getirerek Dâşileri şehirden çıkarmasıyla son bulmamıştır. Haznedar Ali Ağa b. Bozo, Tüfekçibaşı Hıdır ve yandaşları hâkimi görevinden menetmişlerdir ki Mehmet Sait Ağa uğradığı bu felaketten kaçmak suretiyle canını

kurtarabilmiştir. Bağdat’a beş ay sonra sığınan hâkimin bu seferki hükmü üç yıl sürmüştür. Mehmet Sait Ağa’dan sonra yerine Yunus Ağa hâkim olmuştur. Bu hâkim Mardin’den Sürgücülerin çıkmasını istemiştir fakat bu isteği gerçekleşmediği gibi kışın başında hükümet te çalışamaz duruma gelmiştir. Bunun üzerine Yunus Ağa kaleye çıkarak Sürgücüleri topa tutmuştur ve Milli reisi Ali Ağa İbrahim ile Ömerkân ağası Halil’in yardımıyla Sürgücüleri Babu’l-cedid’ten (Yenikapı) çıkarmayı başarmıştır. Bunlar çıkarlarken Millilerle aralarında şiddetli bir çatışma yaşanmış, Millilerle Ömerkânlar arasında kalan Sürgücüler kendilerini Muhammedu’d-Dırar Camii’ne atmışlar ve canlarını kurtarmışlardır. Abdulgani Efendi eserinde bu çatışmalarda her iki taraftan da elli kişinin öldüğünü belirtir. Mişkinlilerin Sürgücülere yardıma gelmeleriyle Milliler ve Ömerkânlar camiden çekilmişlerdir. Böylece Sürgücüler şehri terk etmişlerdir. Sürgücü reisi Timur Ağa’nın aldığı yaralarla hayatını kaybetmesi üzerine Sürgücüler tekrar şehre saldırmış ve surları yıkmışlardır. Bu olaydan sonra Mardin hâkimi ve Dâşiler şehri terk ederek kaçmışlardır.

Mehmet Sait Ağa, 1817 yılında üçüncü defa şehre hâkim olarak atanmış ve Bağdat valisi bazı aşiretleri cezalandırması için ona bir miktar asker vererek şehre göndermiştir. şehre gelen Mehmet Sait Ağa, büyük küçük bütün ahaliyi itaate davet etmiştir. Bu davete Sürgücüler hariç herkes boyun eğmiştir. Sürgücüler kendilerine yardıma gelen Musul Kürt aşiretleriyle Uyûn, Berman, Tizyan köylerinde birleşmiştir ve o sırada Tizyan yakınlarında bulunan Mardin hâkimiyle, Ağustos 1818’de savaşa tutuşmuşlardır. Savaş sonunda yenilen Mehmet Sait Ağa ve askerleri toplarını, çadırlarını ve mühimmatlarını bırakarak kaçmışlardır. Abdulgani Efendi, hezimetin sebebi olarak Millilerin Kürtlere yardım etmesini gösterir. Mehmet Sait Ağa yenilgiden Milli aşireti reisi Ali Yusuf Ağa’yı sorumlu tutup, kendisini tutuklayarak Bağdat’a gönderirse de Ali Yusuf Ağa daha sonra affedilerek geri gönderilir.

1819’da Mardin hâkimi olan Ali Ağa, Milli aşireti reisi Ali Yusuf Ağa’yı reislikten azlederek yerine Ali İbrahim Ağa’yı iskânbaşı* olarak aşiretin başına atar. Ali Ağa, cezalandırmak istediği Ali Yusuf Ağa ile Koçhisar’da çatışmaya girişirse de tarafları barıştırmak isteyen bazı kimselerin araya girmesiyle, yeni tayin ettiği Ali İbrahim Ağa’yı da reislikten azleder ve yerine Ahmet Numan Ağa’yı getirerek Mardin’e döner. Ali İbrahim Ağa, Ahmet Numan Ağa’yı yakalayarak hapseder ve aşiretin riyasetini kendisi için tekrar ister. Buna mecbur kalan Mardin hâkimi, gönderdiği elbise ile idareyi tekrar ona verir. Sözünün ne kadar dinlendiği ve otoritesinin ne kadar kabul edildiği bir yana bu olay Mardin hâkiminin- merkezden verilen bir yetkiyle- aşiret üzerinde sahip olduğu etkiyi göstermesi açısından dikkate değerdir. Çünkü aşiretten olmayan bir devlet yetkilisi aşiret reisliğine de müdahale edebilmektedir.

1820 yılında Ali Ağa, daha önce tüfekçibaşı olarak atadığı Halil Ağa ile mücadele etmek zorunda kalır. Tüfekçibaşı Halil Ağa’nın Sürgücüleri ve Dâşileri Ali Ağa’nın üzerine saldırtmasıyla Ali Ağa kaleye çekilmek zorunda kalır. Yerine eski hâkim Hacı Hüseyin Ağa’nın oğlu Gars ağası Davut Ağa önce vekil sonrada asil olarak göreve gelir. Davut Ağa’nın ilk işi sabık tüfekçibaşı Kasım Deyri ve kardeşini, Dâşilerin ısrarı ile öldürmek olur. Ayrıca Milli reisi Ahmet Numan’ı da yedi kişiyle beraber katleder. Bu hareketi sonucu Davut Ağa görevinden azledilirek yerine sabık voyvoda Abdulkadir Ağa gönderilir. Bu hâkim, Bağdat valisinin emri üzerine kendisine hakaret eden Dâşilerden intikamını Milli reisi Ali Yusuf Ağa’nın yardımıyla alır. Fitneye sebep oldukları iddiasıyla Dâşilerin ileri gelenlerinden dokuz kişinin başlarını 1821’de Bağdat’a gönderir. Bu korkutucu hadiseden sonra Dâşiler, Mardin’i terk etmek zorunda kalır.

1823’ten sonra idareye gelen sabık voyvoda Bağdatlı Halil Ağa, kaçan Dâşileri geri getirtmiş, bir başka grup olan Mişkinliler ile ilişkilerini devam ettirdiyse de, iki grubu sürekli olarak birbiri karşısında kullanmıştır. Bunun sonucunda halk, hâkimin adaletten yoksun idaresinden kaçarak yerlerini terk etmiş, bir kısmı ise aşiretlere sığınmak zorunda kalmıştır. Halk bu zulümlere dayanamamış, bazı esnaflar ağır vergilerden ötürü dükkânlarını kapatmak zorunda kalmış ve nihayet hâkime başkaldırarak harbe başlamışlardır. Ahali Babu’s-Sur mahallesinde tuttukları Akili askerlerini soymuş ve Bartaliyye askerlerinin bazı ileri gelenlerini esir almıştır. Hâkim kaledeki sarayda taraftarlarıyla muhasara altına alınmıştır ki bu saray, divan toplantılarının da yapıldığı bir yer olup Milli Necip Bey tarafından gayet sağlam ve dayanaklı olarak inşa ettirilmiştir. Üç gün süren bu çarpışmalarda ahaliden otuz, askerlerden ise on kişi hayatını kaybetmiştir.

1825’te Gars aşireti reisi Davut Ağa, ikinci defa olarak hâkimliğe atanır. Davut Ağa çölde ve dağda meskûn olanları sindirir. Kimsenin ona güveni kalmaz ve Ömerkânlar dışındaki kabile ve halk, bu hâkimin aleyhine birleşir. Mardin halkından da şehri boşaltmalarını talep ederler. Mardinlilerin bu isteği kabul etmemesiyle, başını Milli reisi Ali İbrahim, Kîki Reisi, Gars Muhtarı, Tay aşireti Şeyhi, Dekkuri Ağası ve Sürgücülü Eyüp şemdin’in çektiği kalabalık bir aşiret kuvveti şehre saldırır. Olaylar büyür ve şehri kuşatanlardan çok sayıda insan ölür. Aşiretler durumu Diyarbakır valisi Ebu Lubud Mehmet Paşa’ya bildirirler. O’da araya girerek adamlarını göndermek suretiyle, Mardin hâkimi ve muhalif aşiretleri barıştırır. Bu olaydan iki ay sonra hâkim azledilir. Abdulgani Efendi bu olayları bir fitne olarak değerlendirir ve bu fitnenin sorumluluğunu Viranşehir Milli reisi Eyüp Bey b. Timur Paşa’ya yükler. O’na göre Eyüp Bey’in maksadı Mardin’in harap olması ve buradaki ahalinin evlerini Viranşehir’e kendi tarafına çekmek istemesidir. Bahsi geçen Eyüp Bey, Zor Timur Paşa’nın isyanından sonra aşiret reisliğine geçen İbrahim Bey’in oğludur. Çok cömert ve zengin olan Eyüp Bey bölgedeki aşiretler arasında “Üzengisi Altın Adam” (Eyyube Zengi Zerrin) olarak bilinirdi. Eyüp Bey, Rakka ve Diyarbakır valisi Deli Behram Paşa tarafından Milan topluluğunun reisliğine ve iskânbaşılığına getirilmiştir. Behram Paşa’nın Rakka valiliği sırasında Diyarbakır, Rakka’ya bağlanır.

Deli Behram Paşa, Diyarbakır valiliği görevini devralmaya gittiğinde Diyarbakır’daki bazı eşrafın direnmesi - ki başı Şeyhzade İbrahim Hafit Paşa’nın oğlu şeyhzade Mehmet Hafit çekmektedir - neticesinde Eyüp Bey, Behram Paşa’yı desteklemek için Millilerden oluşan bir süvari ordusuyla 1818 yılında Diyarbakır’a gelir. Behram Paşa, Milli aşiretine mensup Keleş Evdi sülalesindendir ve Eyüp Bey’in de kardeşidir. Eyüp Bey’in kardeşi Behram Paşa’nın idareyi devralmasında etkin bir görev üstlendiği anlaşılmaktadır. Bu yardımı kendisinin daha da güçlenmesine ve bölgede otoritesini tesis etmesine ortam hazırlar. Eyüp KIRAN, eserinde Eyüp Bey’in başına buyruk hareket edip bağımsızlaşma eğilimleri göstermesi üzerine, Osmanlı ordusunun üzerine gönderildiğini, daha sonra bölgedeki diğer aşiretlerin ve şehir beylerinin bölge valilerine şikâyeti neticesinde Diyarbakır Valisi Çötelizade İshak Paşa (1832–34) zamanında tutuklanıp Diyarbakır zindanına konduğunu ve burada öldüğünü belirtir. Abdulgani Efendi’nin Eyüp Bey’i fitne çıkaran biri olarak sunmasının sebebine gelince, Mardin halkının şehirdeki güven bunalımından kaynaklanan sorunlar neticesinde- 1823–25 yılları arasında aşiretlerle hâkimler arasında bitmek bilmeyen çatışmalar - çevredeki aşiretlere sığınmasının Eyüp Bey’e sığınmakla eş değerde olmasındandır. Çünkü bu dönemde, Eyüp Bey’in aşiretler üzerindeki etkisi ve kardeşi Behram Paşa’nın sahip olduğu nüfuz bunu doğrulamaktadır. Yani bölgede hâkimiyet kuran bu zat etki alanını Mardin’i kapsayacak şekilde genişletmiştir ve bunu yaparken “Mıli Kebir” olarak bilinen Mardin Millilerini de yanına almıştır.

1832 MARDİN İSYANI

1832–35 yılları arasında Mardin’de önemli bir başkaldırı hareketi ortaya çıkmıştır. Minorsky II. Mahmut’ un ıslahatlarından memnun olmayan Mardinlilerin 1832 yılında bir ayaklanma gerçekleştirdikleri ve bunun sonucunda şehrin idaresinin Kürt beylerinin eline geçtiği ve 1836 yılında Mardin’in iki kardeş tarafından idare edildiği” şeklinde değindiği olaylara N. GÖYÜNÇ de aynı bilgileri teyit etmek suretiyle eserinde değinmiştir. Abdulgani Efendi’nin eseri bu isyan hakkında oldukça geniş -fakat sadece siyasi olaylar bilgiler içermektedir. 1830 yılında Bağdat valisi Davut Paşa, Osmanlı Devleti’ne karşı isyan eder. Bu isyanı bastırmak için Halep valisi Ali Rıza Paşa yirmi bin askerle Bağdat üzerine sefere memur edilir.

Ali Rıza Paşa, Bağdat’ı iki ay kuşattıktan sonra 1831 Eylül’ünde şehri ele geçirir. Davut Paşa’nın kellesini İstanbul’a gönderir. Seferde büyük faydasını gördüğü Diyarbakırlı şeyhzade Osman Paşa’yı* Mir-i Miran rütbesiyle Mardin hâkimliğine atamıştır. Osman Paşa’nın hâkimliği sırasında Milli Hacı Esat Bey, Dâşilerden dört kişiyi kendi evinde öldürdü. Bu arada yedi ay sonra 1832’de Osman Paşa’nın yerine Menaminci Mehmet Ağa hâkimliğe getirildi. Bu hâkimle Milli Hacı Esat Bey arasındaki düşmanlık şiddetlendi ve Menaminci Mehmet Ağa, Hacı Esat Bey’in üzerine kaleden aşiretleri musallat ederek Hacı Esat Bey’i ve Millileri şehirden çıkarmaya çalıştı. Hacı Esat Bey, daha hızlı davranarak kaleyi ele geçirdi. 1833’teki bu olayın ardından kale iki yıl boyunca Hacı Esat Bey’in elinde kaldı. Menaminci Mehmet Ağa hâkimlikten azledildikten sonra yerine kaleyi geri alması şartıyla eski hâkim Erbilî Ahmet Ağa tekrar hâkim olarak gönderildi. Ahmet Ağa kaleyi ele geçirmek istemişse de buna teşebbüs etmekten korkmuştur. Ayrıca Hacı Esat Bey’in kız kardeşiyle de evlendiğinden bu işi yapabileceğine duyulan kuşkular artmış ve Bağdat valisi kaleyi ele geçirmek için buraya bizzat kendi kâhyası Molla Hüseyin’i göndermiştir. Molla Hüseyin, hâkim Ahmet Ağa’nın kendisine destek vermemesi sonucunda kaleyi alamadı ve Bağdat’a eli boş olarak döndü. Bunun üzerine Ahmet Ağa hâkimlikten Mayıs 1834 yılında azledildi.

Hacı Esat Bey, isyanında ısrarlı davranmaya devam ederken Bağdat valisi hile yoluna başvurarak Hacı Esat Bey’i hâkimliğe tayin etti ve takibine de Musul mutasarrıfı İnce Bayraktar Mehmet Paşa’yı dört bin askerle görevlendirdi. İştebliye köyüne gelerek burada çadır kuran Mehmet Paşa, askerlerinin ihtiyacını tedarik için İştebliye reisinden yiyecek istemiştir. İştebliye reisi bu isteği yerine getirmeyince Mehmet Paşa, köylerini yağmalatır ve bu kişiyi tutuklayarak İstanbul’a gönderir.

Mardin kalesi önüne gelen Paşa, kalenin teslimini ister fakat bu teklif kabul görmeyince burayı muhasara ederek kaleye iki lağım attırır. İlk lağımla şehrin girişindeki birinci kapıyı, ikinci lağımla da Ocak 1835’te ikinci kapıyı havaya uçurtur. Bu esnada kış çok çetin geçtiğinden, askerlerine şehrin etrafındaki ağaçları kestirir.

Mardin’de bunlar olurken şehrin idaresi Diyarbakır’a bağlanır valiliğe de eski sadrazam Reşit Paşa getirilir. Bunun üzerine Mehmet Paşa, Bağdat’a geri döner. Şubat 1835’te Reşit Paşa, Mardin hâkimliğini Hacı Esat Bey’e verir ve kaleyi Mart 1835’te elinden alır. Kalenin muhasarası dört ay sürmüştür. Mardin’in her tarafında asayişi yoluna koyan Reşit Paşa, Haziran 1835’te Hacı Esat Bey’i azleder ve Diyarbakır’a gönderir.

Ayrıca bu kuşatmayla ilgili olarak şu bilgide mevcuttur; “Doğu Anadolu’da ve Mardin’de düzeni sağlamakla görevlendirilen Reşit Paşa, Mardin’e geldikten sonra şehri kuşatmış ve büyük camiyi (Ulu Camii) havaya uçurduktan sonra olaylar yatışmıştır.” Hacı Esat Bey’in yerine hâkim olarak “Köse Paşa” diye bilinen Mehmet Bey gönderilir. Bu zatın ilk işi nüfus sayımı yapmak olmuştur. Bu işi bitirdiği zaman Eminuddin, Babu’l-cedid, Tekye, Ulu Cami, Şeyh Cabik, Şeyh Şeyhullah, Şehidiye, Kölesiyân, Latifiye, Medrese, Mişkin ve Necmeddin olmak üzere 13 mahalleden oluşan Mardin’de Müslümanlara ait 1816, Hıristiyanlara ait 1809 ve Yahudilere ait 18 evin bulunduğu ve toplamda Mardin şehir merkezindeki evlerin sayısının 3643 olduğu görülmektedir. Erkek olarak Müslümanların 2943, Nasranîlerin 3190, Yahudilerin 50 kişiden ibaret olup toplamda erkek nüfusunun 6183 olduğu görülmüştür. Bundan sonra sayımın asıl amacı olan asker alımına geçilmiştir ki Haziran ayında 2000 kişi askere alınmıştır. Yüzlerce insan bu esnada mallarını satarak ailelerine bırakmış ve kaçmışlardır.

1832 Mardin isyanın kimler tarafından çıkarıldığı konusunda Abdulgani Efendi’nin verdiği bilgilere dayanarak diyebiliriz ki bu isyanı çıkaranlar Milli aşiretinin Mardin kolu olan Mıli Kebir reislerinden Hacı Esat Bey’dir. Yukarıda Minorsky’nin bahsettiği isyanı çıkaran ve şehri idare eden “iki kardeş”ten biri olan ve adı Minorsky tarafından belirtilmeyen diğer kişi ise Kor Ali Bey’dir ki bu kişi Hacı Esat Bey’in hâkimlikten alınması sonrasında Bulgaristan’a sürülmüştür ve daha sonra burada da bir isyana karışmıştır. Ayrıca bu sürgüne gönderilmeden önce Ali Bey’in Mardin civarında başka isyanlara karıştığını da görmekteyiz. Bunu kanıtlayan en önemli bilgi Mardin şeriye sicillerinde karşımıza çıkmaktadır. Bu kayıtlarda Ali Bey Mardin hükümeti tarafından 1835 yılından 1842 yılına kadar üç defa ihanetle suçlanmaktadır. Nihayet 1842 yılında İmadiye kalesinin idaresini elinde tutarken isyana giriştiği ve Asakir-i Mansure’nin kaleyi kuşatmasıyla sunulan teslim teklifini kabul etmediği fakat savaşı kaybedince Asakir-i Mansure kumandanı Musatafa Bey ve hazinedar Süleyman Ağa’dan aman dilediği ve buradan kaçtığı anlaşılmaktadır. Böylece aynı aileden olan ve torunu sayılan A. Feyzullah Milli’nin Bulgaristan’a gönderildiğine dair verdiği bilginin bu olaylardan çok sonra gerçekleştiği düşünülebilir.

İsyanın çıkış nedenleri ile ilgili olarak ise şunu söyleyebiliriz ki; Abdülgani Efendi’nin yukarıda Hacı Esat Bey’den sonra gelen hâkimin ilk iş olarak nüfus sayımını gerçekleştirdiği ve hemen asker alımına geçtiğine dair verdiği bilgiler tarihsel bağlamda değerlendirilirse Millilerin II. Mahmut’un yeniliklerine karşı ayaklandığı kabul edilebilir. Çünkü Osmanlı Devleti’nde bu tarih, ordunun yeniden düzenlendiği, yeniçeri ocağının kaldırıldığı ve askere en çok ihtiyaç duyulduğu yıllardır. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin Mısır valisiyle başı hayli derttedir. Milli aşiretinin önde gelenlerinin bu yenilikleri kabul edip, aşiretin tüm erkeklerini askere vermesi kendi otoritesini kurmasını sağlayan erkek sayısındaki yüksekliğin gücüde belirlediği gerçeğiyle ters düşeceğinden bunu kabul etmeye yanaşmadıkları ve buna karşı direndikleri düşünülebilir. Yeni idari sistemin kendilerini tamamen tasfiye edeceğinden Milli aşireti ve isyanı destekleyen diğer aşiretler, yeniliklere karşı cephe almış ve ıslahatların karşısında isyan etmişlerdir denebilir.

Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi 

Yayın No: 6

 Proje Koordinatörü: İbrahim Özcoşar 

Basım Adedi:1000 

Basım Yeri ve Tarihi: İstanbul 

Temmuz-2006 ISBN: 975-585-622-6 

Yayınevinin Adı Adresi ve 

Web Sitesi: Bu kitabın telif hakları Mardin Tarihi İhtisas Kütüphanesi Projesine aittir. 

Kaynak:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder